Osmanlı mirasıyla şekillenmiş bir aile, kimliği bastırılan bir ülke ve genç yaşta başlayan fikrî arayışlar… Aliya İzetbegoviç’in çocukluk ve gençlik yılları, ileride “Bilge Lider” olarak anılacak bir karakterin ahlaki ve düşünsel temellerini oluşturdu.
Aliya, 8 Ağustos 1925’te Bosanski Šamac’ta doğdu. Ailesinin Belgrad’dan sürülen Müslümanlara uzanan geçmişi ve dedesinin Osmanlı ordusundaki hizmeti, onun erken kimlik dünyasını belirledi. Babasının aileyi Saraybosna’ya taşımasıyla, taşradan çok kültürlü bir Osmanlı-Balkan şehrine açıldı. Dinî bir atmosferde, Kur’an eğitimiyle yetişti.
Yugoslavya Krallığı döneminde Bosna-Hersek’te Müslüman kimlik sistemli biçimde görünmez kılınmaya çalışıldı. “Tek Yugoslav halkı” anlayışı dayatıldı; Boşnaklar Sırp ya da Hırvat kimlikleri arasında sıkıştırıldı. 1929’da Bosna’nın tarihî sınırlarının kaldırılması ve İslâm Birliği’nin merkezinin Belgrad’a taşınması bu baskının simgesel adımlarıydı.
Lise yıllarında kısa süreli ideolojik arayışlar yaşayan Aliya, komünist düşüncenin “tanrısız evren” anlayışını reddetti. Bu sorgulama dönemi, onu İslâm’ı bilinçli biçimde yeniden seçtiği bir iç yolculuğa taşıdı. Genç yaşta İtidal/Trezvenost topluluğuna ve buradan doğan Genç Müslümanlar hareketine katıldı. Savaş sonrası komünist rejim, bağımsız Müslüman örgütlenmeleri tehdit olarak gördü. Aliya, 1 Mart 1946’da tutuklanarak üç yıl hapse mahkûm edildi. Henüz yirmili yaşlarının başında, fikir ve inanç nedeniyle hapisle tanıştı. 1949 yılında Halide Hanım’la evlendi.
Hapisten sonra hukuk eğitimini tamamlayan Aliya, sosyalist rejimin devleti önceleyen hukuk anlayışı ile kendi adalet ve insan onuru merkezli yaklaşımı arasındaki derin farkı yaşayarak tecrübe etti. Bu çatışma, onu sessiz ama sürekli bir entelektüel direnişe yöneltti.
Yugoslavya’da “Müslüman” kimliği etnik bir kategori olarak tanınmazken, Aliya düşünceleriyle kolektif kimliğin korunmasına katkı sundu. 1968’de bu kimliğin resmî olarak tanınması tarihî bir eşikti. Kant’tan Dostoyevski’ye uzanan felsefi okumalarıyla Doğu’nun metafiziği ile Batı’nın aklı arasında bir düşünce hattı kurdu. Baskılar nedeniyle zaman zaman “LSB” gibi mahlaslar kullandı.
1960’ların sonlarından itibaren kaleme aldığı Doğu ve Batı Arasında İslâm, İslâm’ı beden–ruh ve birey–toplum arasında denge kuran bir medeniyet tasavvuru olarak ele aldı. Kitap yayımlandıktan sonra İslam dünyasında geniş yankı uyandırmış ve 1983 yılında tutuklanmasının başlıca gerekçelerinden biri olarak değerlendirilmiştir.
1983’teki Saraybosna Süreci, hukuki bir yargılamadan çok bir düşüncenin cezalandırılmasıydı. Aliya ve beraberindeki aydınlar, rejimi yıkmaya teşebbüsle suçlandı; Aliya’ya verilen 14 yıl hapis cezası, devletin İslâmî bilinçlenmeyi nasıl bir tehdit olarak gördüğünü açıkça ortaya koydu.
Aliya, yargılamayı hukukun araçsallaştırılmasının somut örneği olarak değerlendirdi. Hapishane notlarında, kendisine yöneltilen suçlamaların bir düşünürden ziyade hayalî bir örgüt liderine uygun şekilde kurgulandığını vurguladı.
Saraybosna davası uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. İnsan hakları örgütleri kararı siyasi buldu; Avrupa’daki birçok akademik çevre Aliya’yı “fikir mahkûmu” olarak tanımladı. 25 Kasım 1988’de serbest kaldığında, kamusal hayata artık yalnızca bir düşünür olarak değil, bir lider olarak döndü.